SERAY ŞAHİNLER/MÜNİH- Almanya’nın önemli edebiyat ödüllerinden Bavyera Kitap Ödülü bu yıl “Vaters Meer” (Babamın Denizi) romanıyla Deniz Utlu’ya verildi. Ödül geçtiğimiz salı günü, Münih’te düzenlenen görkemli bir törenle yazara takdim edildi.
Deniz Utlu, Almanya doğumlu, Berlin’de yaşıyor, çağdaş edebiyatın önemli isimlerinden biri ve Almanya’da geniş bir okur kitlesi var. Türkçede de yayımlanan “Savrulanlar” ve “Sabaha Karşı” romanları Deniz Utlu’nun edebiyatın doruklarında dolaştığı, birbirinden farklı ama yazarın varoluşsal meramını ilişkilendirebilecek iki güçlü anlatıydı. “Vaters Meer”in ise kendi mazisi var çünkü yazar bu roman üzerinde uzun süredir çalışıyordu. Kitabın yayımlanmamış bir bölümü 2021’de Alfred Döblin Ödülü’ne değer görülmüştü.
Şiirin gücü
Romanda, babasını kaybeden Yunus’un çocukluğu, geçmişi, babasıyla ve annesiyle ilişkisi, Türkiye ve Almanya’nın tarihsel ve toplumsal serüveniyle kesişiyor. Kurgu kategorisinde üç kitabı (Stephanie Bart ve Teresa Präauer’in romanları) değerlendiren Bavyera Kitap Ödülü jürisi kararını açıklarken, “Babamı her şeyden önce kendimde arıyorum’ diyor kitabın anlatıcısı Yunus. Ve bu süreçte şiirin hem gücünü hem de derinliğini keşfediyor” ifadelerini kullandı. Münih’te düzenlenen törenin ardından Utlu ile buluştuk; hem ödülü hem romanı konuştuk.
*Bavyera Kitap Ödülü sizin için ne ifade ediyor?
Kazananın önceden belli olmadığı bir ödül. Metinler sahnede tartışılıyor ve jüri canlı olarak bir karar veriyor. Ben tamamen beklentisizdim, olumlu ya da olumsuz düşünmemeye karar verdim. Heyecan da vardı tabii. Ödül açıklandıktan sonra konuşmak için iki dakikalık zaman verdiler. O iki dakika içinde beraberlik mesajı vermeye çalıştım. Herkesin herkese düşman olmaya başladığı bir dönemde yaşarken, beraberliği ve arkadaşlığı savunmak adına…
*Bu yılın en çok okunan romanlarından biri “Vaters Meer”. Romanın Almanya’daki okurları bu kadar yakalamasını neye bağlıyorsunuz?
Almanya’da bellek meselesi siyasi boyutu da olan ve çok önem verilen bir konu. Yahudi katliamı ile ilgili nasıl bir düşünce ya da hatırlama geleneği doğru olur tartışması vardır her zaman. Bu roman İkinci Dünya Savaşı ile ilgili bir şey söylemiyor ama toplumsal boyutu var. 60 ihtilali, 80 darbesi, Almanya’daki 70’li yıllar… 1930’ların sonunda Mardin’de doğup 60’larda Almanya’ya gelmiş bir babanın hikâyesi anlatılıyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonraki ilk jenerasyon sayabiliriz bu kuşağı; modernizme doğru yola çıkışın söz konusu olduğu dönem. Bu değişimin ve devrimin Batı’yı da anlatan bir katmanı var. Bütün bunlar, bir Batı roman perspektifinden, Batı’da doğup büyümüş bir insanın bellek ve hatıra arayışıyla gelişti.
‘Bellek coğrafyası’
*Önceki romanlarınızın varoluşsal meselesi “Vaters Meer”de nasıl karşılık buluyor?
Anlatıcı bugünkü zamandan bakıyor ama anlatılan şey geçmiş. Alman belleğine ne ait ne ait değil sorusu da giriyor işin içine. Ulusal belleğe 1930’larda Mardin’de yaşanan bir şey dahil mi, değil mi? Alman edebiyatının bir parçası olunca dahil olmuş oluyor. Bu yönüyle gayet siyasi. Fakat poetik, metinsel anlamda siyasi değil. Bir adamın babası öldükten sonra ‘onu nasıl hatırlayabilirim, nasıl canlandırabilirim’ konusu gayet kişiseldir ama sosyal boyutuna baktığınızda toplumsaldır. Alfred Döblin Ödülü’nü aldığımda ‘Deniz Utlu bir bellek coğrafyası kuruyor’ demişlerdi. ‘Bellek coğrafyası’ ifadesi romanın yaptığı şeyi iyi tanımlıyor. Sonuç olarak babanın kayboluşunun hem kişisel hem siyasi boyutu var. Ama beni en çok ilgilendiren varoluşsal boyutu. 70’li yıllarda Almanya’da internetin olmadığı, telefon görüşmelerinin bile zor olduğu, görüşülse bile gerçeklerin söylenmeyeceği bir çağda, tek başına kalmış birinin yalnızlığını anlatıyor. Bu yalnızlığın genel olarak daha evrensel ve varoluşsal yönü var. Varoluşsal yalnızlık, romanın ana mevzusu aslında. Bu nasıl aşınabilir, aşınmadığı yerde ne oluyor sorusunu soruyor roman.